22 Kasım 2011 Salı

Hayao Miyazaki



Bu sefer bir değişiklik yapıp, belli bir film yerine, filmin yaratıcısını paylaşmanın daha uygun olacağına karar verdim. Çizgi film dünyası bir çok yetişkinin aksine benim için hayatımda hala önemli bir yere sahip. Bu dünyanın olmazsa olmazı ise Miyazaki. 1941 doğumlu Hayao Miyazaki, 1985'te Isao Takahata ile kurdukları Studio Ghibli'de animeler üretmeye devam eden bir rüya-çizer...
Çizgi filmlerin bana neden bu kadar etkileyici geldiğini düşündüğümde, onların aslında rüyalara çok benzediklerini farkettim. Rüyalar gibi son derece gerçekçi bir şekilde hissedilen, yaşanılan; uçabildiğiniz, büyünün, değişik canlıların yer alabildiği, filmlerin aksine elle tutulabilecek somut oyuncuların, kameraların, kostümlerin yer almadığı görsel kurmacalar...Dolayısıyla da Miyazaki'yi rüya-çizer olarak tanımlamak çok da yanlış olmaz diye düşünmekteyim...Sonuçta o da kendi hayalgücünü, belki rüyalarında gördüğü uçma hissiyatını, senaryolara, çizimlerine aktaran bir rüya-gören...
Miyazaki'nin çizgi filmlerinde özellikle sevdiğim birkaç orta nokta var...Bunlardan ilki genelde kahramanlarının güçlü kadınlar olması. Yaşadığımız ataerkil düzende, tek başına savaşabilen, ayakta durabilen, duygularını yaşamaktan korkmayan kadınlara vurgu yapılması ister istemez hoşuma gidiyor. Ve birçok seyircinin aksine bu kadınları, sergiledikleri olumlu bakış açısı nedeniyle "saf" değil "savaşçı" olarak değerlendiriyorum.
İkinci ortak nokta ise, Miyazaki'nin çokça kullandığı umut teması. Animelerdeki karakterler, neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar umutlarını yitirmiyorlar, koşullara uyum sağlayıp bir şekilde amaçladıkları sona da ulaşıyorlar. Miyazaki'nin animelerini seyrettikten sonra hep umut aşılanmış bir şekilde buluyorum kendimi.
Tabii, animelerin içinde de kendi hikayelerine ait özellikler mevcut. Bir çok yerde Japon kültürüne dair vurguların sıkça yapıldığına dair yorumlar okudum. Ben o ayrımı yapabilecek kadar Japon ve doğu kültürüne vakıf değilim. Dolayısıyla böyle vurgular varsa da muhtemelen onları atlıyorum ya da daha psikolojik açıdan değerlendiriyorum. Miyazaki'yle ilgili yazılarda yine, bu rüya-çizerin Japon kültürü dışında, başta Marksizm olmak üzere kendi dünya bakış açısını da çizdiklerine yansıttığı yönünde yorumlara rastladım. Mesela, Nausicaa of the Valley of the Wind'de insanların doğayı yok etmesi ve endüstrileşmenin olumsuz etkilerini, Darwinizm'den etkilenerek ifade ettiğini belirtmiş.
Miyazaki'nin animelerinin hepsini seviyorum. Lakin,  özellikle düşkünü olduklarım da yok değil. Howl's Moving Castle'da, ana karaterlerden biri olan Howl'un kaçınmacı ama aynı zamanda duygusal yapısı, Calcifer-Howl-Sophie üçgeni arasındaki iletişim, Sophie'nin Howl'un çocukluğuyla barışmasına yardım ederken kendi yolculuğuna çıkması gibi özellikler, bu animeyi bana tekrar tekrar izlettiriyor....Nausicaa of the Valley of the Wind ve Spirited Away de vazgeçemediklerimden. Aslında bu üç anime de ayrı ayrı değerdirilebilecek özelliklere sahip...İş başa düşecek o zaman ilerleyen günlerde :). Geriye kalan, Kiki's Delivery Service, Princess Mononoke, Castle In the Sky, My Neighbour Totoro, Whisper of the Heart, Porco Rosso ve Ponyo'nın da hakkını yememek lazım tabii....
Miyazaki'yle ilgili düşünürken, daha önce de kitaplar bölümünde bahsetmiş olduğum Sofi'nin Dünyası adlı kitapta yer alan şu alıntı gelirdi hep aklıma:

"İyi bir filozof olabilmek için gereken tek şey hayret etme yeteneğidir. Küçük çocukların hepsinde bu yetenek vardır...İşin acıklı yani, büyüdükçe sadece yerçekimi yasasıyla kalmaz alıştıklarımız. Aynı şekilde tüm dünyaya alışırız....Ancak bu arada çok önemli bir şeyimizi yitirmiş oluruz ki, filozofların bizde yeniden canlandırmaya çalıştığı şey de budur. Çünkü herşeye rağmen içimizdeki bir ses, yaşamın büyük bir sır olduğunu söyler. Bu bizim, bir zamanlar, daha düşünmeyi öğrenmeden önce yaşadığımız bir duygudur."

Dolayısıyla Miyazaki'yi hep iyi bir filozof olarak kurgulamışımdır.  Bu yazıyı yazmak için internette araştırma yaparken, Miyazaki'nin şu sözlerine denk geldim:

Çocukların ruhlarının geçmiş nesillerden gelen tarihi hatıraların varisçileri olduğuna inanıyorum. Bu yüzden onlar büyüdükçe  ve deneyimlerinin artmasıyla bu hatıralar daha da aşağılara iniyor. Bu derinlik seviyesinde  film yapmaya ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Bunu yapabilseydim, ancak mutlu ölebilirdim."

Dünya'nın diğer bir tarafındaki, farklı kültür ve yaşam biçimine sahip bir anime seyircisine, yapmak istediği şeye çok yakın düşünceler ve hisler yaşattırabiliyorsa, bence son derece mutlu olması gerek bu rüya-çizerin....



Hiç yorum yok: