27 Temmuz 2011 Çarşamba

Chocolat (2000)



  • Dikkat ! Bu yazı filmi seyretmeyenler için fazlaca önbilgi içermektedir :)

  • Akıllı kuzey rüzgarı Vianne ve kızına kasaba kasaba gezip, yeni insanlarla tanışmalarını, ihtiyacı olanlara yardım etmelerini ve yeni savaşlar kazanmalarını fısıldar, taa ki Lansquenet-sous-Tannes adlı kasabaya gelene kadar.... Diğer maceralardan farklı olarak, bu sefer Vianne de kendi hayatı ve istedikleriyle yüzleşir. Filmdeki vurgu genelde kasaba halkının tutuculuğu, onların değişime olan direnci ve Vianne’le olan sürtüşmeleri üzerine olsa da, bence Vianne’nın kendiyle yüzleşmesi de oldukça etkileyici. Annesinin öğretisini miras alan Vianne, kendisinin ne istediğini sorgulamadan ya da inkar ederek hayatına devam eder. Sadece kendisininkini değil, kızı Anouk’un isteklerini de gözardı eder. O kadar ki, yerleşik bir düzene geçilmediği için, kendisine hayali bir kahraman olarak Pantoufle adlı bir kanguru yaratan Anouk, kangurusunun ayağı kırık olduğu için ona bakmak zorunda olduğunu söyler. Bu yüzden kangurusu kendileriyle beraber seyahat etmektedir. Aslında kangurusunun ayağı değil, Anouk’un duyguları incinmektedir, her seferinde yeni bir maceraya başlayıp, yeni  yer ve insanlara uyum sağlayıp sonra her seferinde bu bağları terk etmek zorunda kaldığı için.

    Kasaba halkının Vianne ve kızına tepkileri aslında çok doğaldır. Bildikleri düzenin dışından, bildikleri öğretilerin dışında davranan biri gelmiştir. Aralarına kabul etmek istemezler. Olası bir değişim kıvılcımına hemen tepki verirler. Değişim her zaman direnci de beraberinde getirir. Vianne alıştıkları kadın şemasına uymaz. Kiliseye gitmeyen, kızıyla tek başına yaşayan bir kadın. Üstelik meslek sahibi, gerektiğinde kendi fikirlerini ve yaşam biçimini savunabilecek güçlü bir kadın. Ataerkil düzene tamamıyla aykırı. Hikayede, aslında bu aykırılığın  da Vianne’nin annesinden miras kaldığını görürüz. Vianne’nin annesi de, anaerkil bir düzenin içinden gelmiştir ve Vianne’a da bunu kuvvetli bir biçimde aşılamıştır.

    Hikayede kasaba halkı ve Vianne arasında değişimin sembolü olarak çikolata kullanılmış. Vianne her ne kadar kendisini sorgulamaktan kaçınsa da, aslında çok iyi bir gözlemcidir ve insanların neye ihtiyaçları olduğunu, duygu durumlarını çok net bir şekilde anlayabilmektedir. Bu yeteneğini çikolatalarla da birleştirince, ortaya kolay kolay karşı konulamayacak bir karışım çıkar. Bireylerin seçtiği çikolata çeşitlerinden ve dükkana gelenlerden çevirmelerini istediği maya tabletiyle serbest çağrışım yöntemini kullanarak, kasaba halkının o güne dek gözardı edilmiş duygu ve isteklerine hitap eder.

    Vianne, filmin sonunda, Josephine adlı karaktere yardım ederek, kendisi gibi ayakları üstünde durabilen ve “hayır” diyebilen bir kadın figürünün ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Kasaba halkı, önyargılarını kırmayı başarır ve her gelişlerinde ambargo koydukları “çingene” grubuyla bile kaynaşırlar. Kasabanın yöneticisi Comte de Reynaud ise senelerdir yüzleşemediği - muhtemelen  bu yüzden de duygularını gözardı ederek kurallara sığındığı- karısının kendisini terk etmesi olgusuyla yüzleşir. Kocasının ölümünü kabullenemeyen, Comte de Reynaud ile aynı katı kurallara sarınıp, oğluna ve annesine hayatı oldukça zorlaştıran Caroline de yas sürecini bırakıp, duygularını yaşamaya başlar.

    Vianne de, bu maceranın sonunda “içinden çıkan” annesinin sesini susturarak, bağlanma ve yerleşik düzene geçme, aşkı/sevgiyi yaşama gibi deneyimlere kendisini açar. Anouk’un da kangurusunun ayağı iyileşir, gerçek arkadaşları olacağı ve gitmek zorunda kalmayacağı için, Anouk kangurusunu serbest bırakır. Yeni yerler görüp, yeni maceralara atılacak olan artık sadece Pantoufle adlı kangurumuzdur :).


    Filmin masalsı bir anlatımı var. Bu anlatım şekli filmi tekrar ve tekrar seyretmemi çok kolaylaştırıyor. Lakin, filmi defalarca seyretmemin asıl sebebi, bende uyandırdığı his; umut. Sanki yeteri kadar güçlü olunduğunda, yeteri kadar savaşıldığında, sonunda ilerleme ve değişim sağlanabileceği hissi.

    Filmle ilgili dikkat çekici iki unsur daha var. Birincisi filmin müzikleri. Arada müzikal birşeyler dinlemek istediğimde, çalma listemin başında yer almakta filmin albümü. İkinci unsur da, filmi seyrederken gördüğünüz envaiçeşit çikolatalar; insan da hem yapma hem de yeme isteği uyandırıyor. Şahsen ben sıcak çikolata kısmına takılıp kalmıştım. Evde kendim de sıcak çikolata denemelerinde bulunduğumdan, filmde Vianne’nin sıcak çikolataya biraz kırmızı toz biber eklediğini görünce, hemen bu bilgiyi uygulamaya geçirdim. Sonuç çok başarılı oldu.

    Son olarak da, film aslında Joanne Harris’in aynı adlı romanından bir uyarlama. Romanın kendisini okuyarak, filmle bir karşılaştırma yapmak da fena olmazdı....

    20 Temmuz 2011 Çarşamba

    Warblade



    Günümüz oyunlarıyla kıyaslandığında, çok basit bir oyun olan Warblade şaşırtıcı derecede bağımlılık yapabiliyor. Hele ki yapmanız gereken bir iş varsa ve erteleme yönünde hızlı adımlarla ilerliyorsanız, Warblade'le işiniz hiç kolay değil :). Oyunda, küçük bir uzay geminiz var ve Dünya'yı istila etmek için gelen yaratıkları öldürmeye çalışıyorsunuz. Farklı bölümlerden oluşan oyunda, bir diğer bölüme geçmek için, bölümsonu yaratıklarını yok etmeniz gerekiyor. Öldürdüğünüz yaratıklardan; para, hız, zaman, ateş gücü gibi özellikler kazanabiliyorsunuz. Aman dikkat, bu özelliklerin hepsi işinize yarayan şeyler değil :). Topladığınız paralarla; daha etkin silahlar, kalkan ya da oyuna ait ipuçları gibi öğeleri satın alabilirsiniz. Bölüm aralarında bazen meteor yağmuru ya da bulmacalar içeren farklı bölümlere geçebiliyorsunuz. Benim en çok sevdiğim kısım meteorların arasından hızlı bir şekilde, sağa sola çarpmadan geçmeye çalıştığınız meteor yağmuru bölümü. 

    Oyunun bölümlerini bitirdikten sonra, oyun başa dönüyor. Buna rağmen, profil geliştirmek ya da sizden yüksek puan alan arkadaşınızı geçmek veya "Aman şu renk taşları da toplayayım, şimdi de aynı renkleri tersten toplayayım" gibi amaçlarla, oyunu oynamaya devam edebiliyorsunuz. Diğer bütün oyunlar gibi çok da güzel kafa dağıtıyor, hatta o kadar dağıtıyor ki, kendinizi "Ben ne yapıyordum ?" derken bulabilirsiniz :D.

    16 Temmuz 2011 Cumartesi

    tek başına olmak ve yalnızlık

    Tek başına olmak ve yalnızlıkla ilgili pek güzel bir yazının giriş bölümü:

    "Anlamsızlık ve boşluk duygularına genellikle eşlik eden bir başka duygu da yalnızlık ya da yalnız kalma korkusu. İnsanın çocukluk döneminde bir anne ve babaya ya da onların yerini alabilecek kişilere olan ihtiyacı, yalnızca güvenliği ve bakımı için değil, benliğini algılayabilmesi ve kendisini yaşama hazırlayabilmesi için de gerekli. Yetişkin insan da kendisini diğer insanlarla olan ilişkileri içinde algılayabilir. Dolayısıyla yalnız olmaktan hoşlanmamasının temelinde benlik algılanmasını yitirme korkusu bulunur.



    Ünlü İngiliz tiyatro oyuncusu Dame Edith Evans, yaşlılık yıllarında Londra'da Picadilly Circus civarındaki bir apartman dairesinde tek başına yaşamıştı. O günlerde kendisiyle görüşmeye gelen bir gazetecinin, tek başına yaşamanın kendisi için zor olup olmadığı sorusuna cevabı, "Tek başına olmak ve yalnızlık birbirinden farklı şeyler (there is a difference between loneliness and aloness)"olmuş.

    Dilimizde her iki durum için de "yalnız" sözcüğünün kullanılmakta olmasının bir anlamı var mıdır bilemem, ama birçok insanın bu ikisinin ayrımını yapamamış olmasının sıkıntısını yaşadığını düşünüyorum. Bu olgunun temelinde insanın kendi geçmişinden taşıyıp getirdiği boşluğun yanı sıra toplumsal ve kültürel şartlanmaların da payı var. Yalnız kalmamak için başkalarıyla beraber olma gereği, birçok insanın gerçekten seçmedikleri insanlarla beraber olmalarına neden olurken, insan Andre Gide'nin şu sözlerini hatırlıyor: 

    "Kendilerini tek başına kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar".

    Varoluş ve Psikiyatri, syf 140-141, Engin Geçtan

    alıntılar

    "İnsanların her zaman mitoslara ihtiyacı olmuştur. Yıllarca, içinde yaşadığı sistemin çıplak gerçeklerine ilişkin bilgi bombardımanına sürekli açık olmak, terapistin mitos yaratma ihtiyacını ketleyebilir. Mitoslarını tümden yitirmek ise bir terapistin trajedisi olabilir. Onun için terapist, yaşadığı evrene yabancılaşmayla sonlanabilecek tehlikeli bir gidişe kapılmama konusunda dikkatli olmak zorundadır.

    ...oysa, kuramların işlevi, bir çerçeve değil hareket zemini oluşturmaktır. Bir insanı kuramsal bir çerçeve içinde değerlendirmek onu anlamış olduğumuzu farzetmemizi kolaylaştırır, ama insan an be an anlamaya çalışmamızı gereken ucu açık bir süreçtir ve anladığımızı farzederek bu ucu kapatıp onu bir duruma indirgeyemeyiz. Önemli olan anlamış olmak değil, bıkmaksızın "anlamaya çalışmak"tır. "

    Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri

    Are there parallel universes ?

    Through the wormhole'un yayınlanan son bölümünde paralel evrenlerin varlığı tartışılıyordu. Anladığım kadarıyla paralel evrenlere dair fikir ve araştırmalar bilim-kurgu olmaktan çıkmış durumda. Fringe' ı bundan sonra farklı bir gözle seyredeceğim.


    13 Temmuz 2011 Çarşamba

    Bir sebebi var


    Evet bir sebebi var, bir sebep olmayışının da bir sebebi var...Sebep sözcüğünü arka arkaya sesli bir şekilde tekrarlarsanız bir süre sonra sözcüğün içerdiği anlama yabancılaşıyorsunuz. Mutfak sözcüğüyle denemişimdir daha önce, sebep sözcüğü de fena olmuyor :D. Sicim kuramı (string theory - sicim bir garip olmuş Türkçe karşılık olarak) bana üç boyut değil dokuz boyuttan bahsederken, zaman var mı yok mu, geçmiş gelecek nedir diye sorgulamalar yapılırken, ben neyi ne kadar algılayabiliyorum da sebepsizliği algılayabileyim ? Algılar mıyım yoksa ? Algılayabilir miyiz yoksa ? Sebepsizliği algılayabilmek...zor iş...Onun yerine "bir sebebi var" demek daha güvenli, daha kontrol edilebilir, daha öngörüde bulunulabilir, pişmanlıkları daha az seviyeye indirgeyecek, hataları daha katlanılabilir, yapılan seçimlerin sonuçlarını daha mantıksallaştıran bir dünya vadetmekte...durum böyleyken, elbet bu yazının da bir sebebi vardır :D.

    12 Temmuz 2011 Salı

    Masalların Masalı - Nazım Hikmet



    su başında durmuşuz
    çınarla ben.
    suda suretimiz çıkıyor
    çınarla benim.
    suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana.

    su başında durmuşuz
    çınarla ben, bir de kedi.
    suda suretimiz çıkıyor
    çınarla benim bir de kedinin.
    suyun şavkı vuruyor bize
    çınara, bana, bir de kediye.


    su başında durmuşuz
    çınar, ben, kedi, bir de güneş.
    suda suretimiz çıkıyor
    çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
    suyun şavkı vuruyor bize
    çınara, bana, kediye, bir de güneşe.


    su başında durmuşuz
    çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
    suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
    suyun şavkı vuruyor bize
    çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.


    su başında durmuşuz.
    önce kedi gidecek
    kaybolacak suda sureti.
    sonra ben gideceğim
    kaybolacak suda suretim.
    sonra çınar gidecek 
    kaybolacak suda sureti.
    sonra su gidecek
    güneş kalacak,
    sonra o da gidecek.


    su başında durmuşuz
    çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
    su serin,
    çınar ulu,
    ben şiir yazıyorum,
    kedi uyukluyor,
    güneş sıcak,
    çok şükür yaşıyoruz.
    suyun şavkı vuruyor bize
    çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.


    10 Temmuz 2011 Pazar

    Bünyenin zamanı

    Doğumumuzdan itibaren, kontrol edemeyeceğimiz bir gerçeklik olan ölümün dışındaki herşeyi kontrol etmeye çalışırız. Sanki ölüm dışındaki şeyleri kontrol edersek, ölüm üstünde de kontrol sağlayabilirmişiz gibi. Bazıları kontrol olayını o kadar abartır ki, çeşitli sağlık sorunları görünür yolun ucunda. Bazılarımız içinse olabilecek en düşük miktarda kontrol gereklidir ama muhakkak belli bir düzeyin üstündedir.

    Kontrolün öyle bir yeri var ki hayatımda, canım hiç bir şey yapmak istemediği zamanlarda, hiç bir şey yapmayıp, nasılsa kendi kontrol işleyişim bir süre sonra mavi ekran verir ve yapılacakları yaptırır gibi bir güven oluşturdu. Hatta bunu şu şekilde tanımlıyorum; vücudun besin olarak neye ihtiyacı varsa canınız onu çeker ya, aynı şekilde bünyenin zamana ve birşeye yapmamaya ihtiyacı varsa, bünye bu dönemi atlatana kadar bu yapılmalıdır. Bir yandan eğlenceli bir kulp bulma ve savunma mekanizması, bir yandan da bünye kontrolüne duyulan güvenden ötürü gerçeklik payı olan bir durum. 

    Kısacası bugün hiçbir şey yapasım yok :D


    game of thrones

    Son dönemde takip ettiğim yeni dizilerden biri olan Game of Thrones'un açılış müziğinin, kemanlı güzel bir yorumu...büke'ye teşekkürler :)


    2 Temmuz 2011 Cumartesi

    Through the Wormhole

    Son 2-3 aydır en çok keyif aldığım şeylerden biri haline geldi Through the Wormhole'ü seyretmek ve sonrasında düşünmek...

    Bu belgesel Science Channel'da yayınlanmakta, şu ana kadar yayınlanan ve yayınlanması planlanan bölümleri şöyle:

    1. Dönem
    1. Is there a creator ?
    2. The riddle of black holes
    3. Is time travel possible
    4. What happened before the beginning ?
    5. How did we get there ?
    6. Are we alone ?
    7. What are we really made of ?
    8. Dark matter: Beyond the darkness

    2. Dönem
    1. Is there life after death ?
    2. Is there an edge to the universe ?
    3. Does time really exist ?
    4. Are there more than three dimensions ?
    5. Is there a sixth sense ?
    6. Are there parallel universes ?
    7. Is there an equation of everything ?
    8. Can we travel faster than light ?
    9. Can we live forever ?
    10. What do aliens look like ?

    Bilim kurgu/ fantezi türü filmlerin seyreden için dünyevi gerçeklerden bir kaçış noktası yaratması gibi, bu belgeseller de benim için günlük yaşamdan kaçmak için şahane bir fırsat sunuyorlar. Belgeselde ele alınan konuların uzun zamandır çok ilgimi çeken konular olmalarının yanısıra, konuların ele alınış biçimlerini de çok seviyorum. Yine Umur hocamın kulaklarını çınlatmadan edemeyeceğim...Kendisinin derslerde sıkça bahsettiği bilimsel araştırmanın temeli olan farklı alanlardan gelen kanıtlarla (convergent evidence) gerçeğe ulaşma arayışına paralel bir biçimde, bu belgeselde de farklı araştırmacıların aynı konu hakkındaki farklı araştırma ve teorilerine yer veriliyor...Kuantum mekaniği, String teori gibi alanlarda kendimi bayağı geliştirmeye başladım. Hatta teorik fizikçi olsaymışım, ilgilendiğim herşeye gayet profesyonel bir şekilde el atabilirmişim diye de hayıflanmadım değil...Yalnız böyle devam ederlerse, Fringe'ın bundan sonraki bölümlerinde de gerçeklik algımı fena şekilde sorgulamaya başlayacağım...

    Yazının girişinde belirttiğim üzere, günlük yaşamdan kaçmak için bu belgesel güzel bir sığınak da, biten her bölümün sonunda yarattığı kafa karışıklığı ve varoluş sorgulamalarını tetiklemesi de gözden kaçırılmamalı...İnsan kendini kaçmaya çalıştığı durumdan daha zor bir halde bulabiliyor :)