29 Ocak 2012 Pazar

tarih

Keriman Halis Ece Tamer'i Türkiye'nin ilk dünya güzeli olması dolayısıyla biliyorum. Onun dışında kendisiyle ilgili bir bilgim yok. Dün ölüm haberini aldıktan sonra, 1913 doğumlu olduğunu ve 99 yaşında vefat ettiğini fark edince üzüldüm. Niye mi ? Sanki o yılları gören insanların kayıp gitmesiyle, o dönemler de gidecekmiş gibi hissettiğimden. Normalde, öğretim içerisinde yer alması gereken tarih bilgisi ve bu konudaki kişisel bilinçle, yaşam-ölüm sürecinin doğal akışıyla gelen ölümlere rağmen, dönemlerin ve yaşanmışlıkların varolmaya devam etmesi gerekir. Tabii ki, ülkemde bu böyle işlemiyor. Diğer ülkelerde de istisnalar hariç pek farklı değil. 

İnsanoğlu yine, doğal sürecin bir gereği olarak kendi yaşadığı çocukluk ve gençlik dönemini, bir sonraki kuşakla kıyasladığında, daha iyi olarak nitelemek eğilimindedir. Bu dönemlerde, anılar düşüncelerden ziyade duygularla eşleşirler. Dolayısıyla, geriye dönüp bakıldığında, bu duygular aktive olur ve -istisnalar hariç- sorumlulukların olmadığı, yetişkin dünyasının oyunlarıyla tanışılmadığı dönemler, şimdiye göre daha güzel hatırlanır. 'Nerede çocukluğumun bayramları' edasıyla...

Bu doğal süreci bırakabildiğim kadar bir kenara bırakmaya çalışıp, bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştığımda, günümüz dünyasıyla ilgili beni rahatsız eden şey, 'küreselleşme' denen olgunun hayatımıza girmesiyle, bilgiye erişimimizin arttığı oranda, eğitim ve öğretim süreçlerinin içlerinin boşaltılması, 'insan' olma ve varoluşumuzu kavrama yolunda bir arpa boyu yol bile gidilememesi...

Kişiliğimizi oluşturan, 'ben' buyum dediğimiz şey, büyük ölçüde belleğimizde kendimizle ilgili sakladığımız bilgilerden, yaşanmışlıklardan ve duygulardan oluşmaktadır. Yaşamsal olayları, çocukluğumuzda oluşturduğumuz şemaları bir kenarda tuttuğumuzda, yaşama 'ben'le barışık olarak devam edebilmek, 'ben'in şu ana kadar yaşadıklarını gözden geçirip, olumlu ve olumsuz olayları, duyguları değerlendirip, kabul edip, sonrası için notlar çıkarıp, yoluna devam etmeye bağlıdır. Bu süreçte sorun yaşandığında, örneğin travmatik yaşantılarda, bireyin ruh sağlığını koruyabilmesi, bu yaşantılarla yüzleşebilmesine dayanmaktadır. Kaynağı her ne olursa olsun, göz ardı ettiğimiz, bastırdığımız, kaçındığımız her türlü yaşantı sırtımızda taşıdığımız yüktür.

Toplumsal bilincin, kimliğin de bundan pek farklı olduğunu düşünmüyorum. Bir ülkenin yoluna, verdiği kararlar ne olursa olsun, 'sağlıklı' bir biçimde devam edebilmesi için, o ülkenin bireylerinin, ülke tarihini iyi bilmesi, olumlu/olumsuz olarak değerlendirdikleri ne varsa bunlarla yüzleşmeleri gerekir. Bu bilincin yerleşmesi ise tarih bilgisinden önce tarih bilincine bağlıdır. Maalesef, hem dünyada hem de ülkemde bu bilinç sistematik bir şekilde yok sayılıyor. 

Durum böyle olunca, bir devrin tanıkları göçüp gittikçe, sanki o devir de yavaş yavaş eriyip gidiyor...Her ne kadar, yazılı/sözlü eserler, sanat yapıtları bırakılsa da, bakan olmadıkça ne fayda..

kurban - insanlar

28 Ocak 2012 Cumartesi

seviyorum sevmiyorum

Taşınma durumunda, en zor gelen şeylerden biri, neleri götüreceğime neleri atacağıma karar vermek. Bin sene öncesinden kalmış ders notları, defterler, makaleler...bir de günlükler...e tabii somut olarak onları atsam da soyut olarak kafamda götüreceklerim var, onlara karar vermek biraz daha zor...

yağ satarım bal satarım
Ayıklama işlemine başlayınca farkettim ki, sandığımdan çok daha fazla şeyi, büyük bir rahatlıkla atabiliyorum...anlaşılan o ki giderken arkamda pek de 'unfinished business' bırakmayacağım...öngördüğümden çok daha fazla şey miadını doldurmuş benim için. Sevindirici. Tükenmişlikler anlamında tabii ki üzücü fakat oyunları hiç bir zaman tek başımıza oynamıyoruz. Diğer oyuncular pes etmeyi ya da bırakıp gitmeyi seçtiklerinde veya siz o noktaya geldiğinizde, oyun biter. Hayat dediğimiz şey de böyle devam etmez mi ?...Tabii ki, kendi içinizde oyunu devam ettirmeye karar verebilirsiniz, sadece karşı tarafın/tarafların artık bunu bilmesine gerek kalmamıştır. 

Daha önce bir yazımda bahsetmiştim. Psikolojide 'family sayings' diye bir kavram var. Ailelerimizde çocukluğumuzdan beri yankılanan özlü sözler. Öyle ki, muhtemelen, kendimizle ilgili düşüncelerimizi oluşturmada, hayata bakış açımızı şekillendirmemizde büyük etkileri var. Olumlu olduklarında çok işimize yarayan bu sözler, zarar verici olduklarında da, iyileşmesi zor yaralar açabiliyorlar. Düşünsenize, 7-8 yaşında, hayatta tanıdığı ilk insanlar olan anne ve babasının fiziksel üstünlüğü karşısında kendini zaten 'yetersiz' hisseden bir çocuğun duyduğu 'zaten o pek becerikli değil', 'hep en iyisi yapılmalı', 'ya en güzelini yap ya da hiç yapma', 'kendini kurtarmak için herşey yapılabilir', 'bunlar zaten yapman gereken şeyler' gibi sözler, süzgeçten geçirelemeden direkt, kendimiz ve çevreyle ilgili 'dünya bilgisi' hanemize işlenir. Kendi ailemde de bu özlü sözlerin etkisi büyüktür. Neyseki, büyük kısmı olumlu tarafta..işte onlardan birini az önce, bir dostuma söyledim..''içindeki dalların kurumasına izin verme, şimdi yeşillenmiş olmasalar da, ölmesinler, zamanlarını beklesinler...'' Velhasıl, oyunlar bitebilir ama oyun oynamaktan vazgeçmemek gerek...

22 Ocak 2012 Pazar

Koklarım, koklarsın, koklar...



Tek bir an, o tanıdık parfüm kokusunu duyduğunuz ya da, benim gibi domates salkımlarının kokusunu içinize çektiğiniz o tek bir an, birdenbire sizi bambaşka bir zaman ve mekana götürebilir. Çıkılan yolculuk tatlı/tatsız, uzak/yakın; hangi anıya,  hangi zamana ait olursa olsun, detaylıdır ve sanki o anı tekrar yaşarsınız, duygularınız şimdi yaşıyormuşçasına canlıdır...Neden ?

İnsanların sinir sisteminde, 3 tip nöronal bağlantı bulunmaktadır. Bu bağlantılardan biri, duyu organlarından gelen sinyalleri, sinir sistemine taşır; böylece sıcağa dokunduğumuzda elimizin yandığını hissederiz. Bir diğer bağlantı, sinir sisteminden motor nöronlara bağlanır, böylece elimizi kaldırmak istediğimizde kaldırabiliriz. Sonuncu bağlantı da sinir sistemi içindeki nöronların kendi aralarında kurdukları bağlarla oluşur; bu sayede hayatta kalmamız için gerekli olan işlevleri gerçekleştirmenin yanı sıra, düşünüp, hissedip, hatırlayabiliriz. Bu bağlantılardan en yoğun olanları, nöronların kendi içlerinde kurdukları bağlantılar; en az yoğun olanları da, duyu organları ve sinir sistemi arasındaki bağlantılardır. Bu yüzden beyin, görece olarak az sayıdaki duyusal nöron bağlantılardan çok fazla çıkarım yapabilme yeteneğine sahiptir. Bunun en güzel örneği de koku ve bellek arasındaki ilişkidir. Kokusal bellek iki bölümden oluşur: beynin kokuları tanıyabilme/sınıflanlandırabilme yetisi, tarçın kokusunu tanıyıp bunu tarçınla eşleştirebilmemiz ve belleğin bu kokularla birleşen duyguları saklayabilmesidir; annenizin yaptığı yemeği yerken, duyduğunuz tarçın kokusu ve o anda hissettikleriniz gibi. Bir diğer önemli nokta da, kokuyla ilgili sinyallerin, görsel ve duyusal sinyallere göre beyindeki ilgili merkeze daha çabuk ulaşmalarıdır. Bu sayede, domates salkımlarının kokusu, çocuklukla ilgili anılara;  domates salkımlarının resimlerine göre çok daha çabuk ulaşırlar.

Kendimize dair anılarımız, doğumumuzdan öncesi dönem için bile, diğer duyulara kıyasla en fazla kokularla eşleşirler. Yapılan araştırmalarda, annesi hamileyken sigara içen bireylerin, annesi hamileyken sigara içmeyenlere göre, sigara kokusunu daha az itici buldukları görülmüş. Evrimsel açıdan koku ve bellek arasındaki bu eşleşmenin, annelerin yavrularını tanıyabilmeleri ya da zararlı ve yararlı yiyecekleri ayırt etmek için gelişmiş olabileceği düşünülüyor. Bir başka çalışmada ise, yaş ortalaması 75 olan İsveçli katılımcılara, olası anılarına ait 20 adet ipucu; kelime, resim ve koku olmak üzere 3 ayrı şekilde verilmiş. Sonuçlara bakıldığında, kelime ve resimlerin, katılımcıların ergenlik ve erken yetişkinlik dönemlerine ait anıları canlandırdığı görülürken; kokuların, 10 yaş altı erken çocukluk dönemine ait anıları canlandırdığı ve bu anıların daha detaylı olarak anlatıldığı görülmüş. Koku ve bellek arasındaki bu direkt bağlantının, beyindeki koku merkezi ve bellek/duygu merkezi olarak tanınan limbik sistemin (amigdala ve hipokampus) birbirlerine olan yakınlığından da kaynaklanabileceği sunulan hipotezler arasında.


Yapılan bir başka araştırmada ise, kokuların öğrenme üstündeki etkisine bakılmış. Bilgisayarda, kart eşleştirme oyunu oynayan öğrencilerebuldukları her doğru eşleşmeden sonra, taktıkları bir maske sayesinde, gül kokusu koklatılmış. Deneyin bu ilk aşamasını sonlandıran öğrenciler, deneyden yarım saat sonra uyumuşlar. Takılan elektrotlar sayesinde dekatılımcıların uykunun hangi evresinde oldukları tespit edilmiş. Derin uyku evresinde (uykuya yattıktan 20 dakika sonra, beynin yeni öğrenilen olayları ve yerleri işlemlediği düşünülen, uyku boyunca tekrarlanan, yaklaşık 1 saatlik süreç) oldukları anlaşılan katılımcılara  bu evre boyunca daha önce kokladıkları gül kokusu tekrar verilmiş. Ertesi gün, aynı kart eşleştirme oyununu oynayan katılımcıların yüzde 97 oranıyla kartların yerini doğru olarak buldukları tespit edilmiş. Aynı süreç gül kokusu verilmeden tekrar edildiğinde ise bu oranın yüzde 86 olduğu görülmüş. Bu çalışma için yapılan açıklama da, gül kokusunun öğrenme sırasında aktive olan nöron bağlantılarını, uyku sırasında tekrar aktive etmesini içeriyor.

Bu konu pek derin bir konu. Son zamanlarda yapılan çalışmalar oldukça fazla. Domates salkımlarımdan bu noktaya gelmiş olmam da, benim için ayrıca eğlenceli. Bu konudaki eylemlerim devam edecek :)

Kaynakça

1.    http://serendip.brynmawr.edu/exchange/node/6360
2. Wilson, DA. (2003) The fundamental role of memory in olfactory perception. Trends in Neurosciences, 26(5), P 244.
3. http://health.howstuffworks.com/smell.htm
4.http://www.associatedcontent.com/article/237908/a_look_at_the_link_between_olfaction.html
5. http://www.nytimes.com/2009/11/16/business/16drill.html
6. http://www.nytimes.com/2008/08/05/science/05angier.html?_r=1
7. http://www.nytimes.com/2007/03/08/science/08cnd-sleep.html?pagewanted=2&_r=1