29 Kasım 2011 Salı

Melancholia (2011)


Az önce Lars von Trier'ın son filmi Melancholia'yı seyrettim. Şüphesiz garipti, etkileyiciydi...fakat yine de  seyrederken, özellikle ilk bölümde, ben niye seyrediyorum bu filmi demekten kendimi alıkoyamadım...sanırım üstüne bir uyumam gerek...ekşisözlükteki yorumların bazılarını okudum. Toplumun değer yargıları ve 'kokuşmuşluğu' üzerine birtakım iletiler içerdiği şeklinde yorumlayanlar vardı...bir uyuyayım da yarına bende bıraktığı tada göre birşeyler belirir herhalde...




Ertesi gün...


Dikkat ! Bu yazı filmi seyretmeyenler için fazlaca önbilgi içermektedir :)


Farkındalıklar: Filmin büyük bir kısmını, mesleksel durumdan olsa gerek, Justine'in içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışarak seyretmişim..Ablanın, anne ve babanın analizleri havada uçuşmuş...
Kirsten Dunst'a Vampirle Görüşme filminden başlayan bir sempatim var, bu filmde de oyunculuk açısından başarılı olduğunu düşündüm...
Görsellik çok ön planda, 'durum' anlatımları özellikle...




Rahatsız edici oluşu ya da seyrederken sıkıcı olmasıyla ilgili, filmin karakteristik özellikleri (çekim teknikleri, konunun işleniş şekli, süre) dışında yorum yapabileceğim iki alan var. Birincisi, ilk bölümde yer alan düğün kısmı. Bu kısmın seyrederken sıkıcı olmasının bir sebebi, alışageldiğimiz bir senaryonun dışında 'düğün' kavramını ele alması olabilir. Genel olarak 'düğünlerin' mutlu olaylar olarak nitelendirilmesinin, o aşamaya gelmiş kişilerin artık kararlarından emin oldukları varsayımı, anne-babaların çocuklarının evlenmesini istedikleri, bu durumdan mutlu oldukları ve evlilik kurumuna olumlu bakacakları   gibi  kavramların genel olarak bu 'düğün' paketi içinde olduğunu düşünürsek, Lars von Trier bize bunun dışında bir ''anormal'' durumu tarif ediyor. Limuzinde, birbirini seven düğün arifesinde bir çiftin, düğün yerine gelişiyle açılan film, sonrasında gelinin annesinin evlilik kurumuna inanmadığını dolayısıyla kızının evlenmesini istemediğini belirtmesi, babasının annesiyle ayrılmasının nedenlerini düğün konuşması olarak dile getirmesi, gelinin aynı gece eşiyle değil yeni tanıştığı biriyle sevişmesi, patronuna aklından geçen olumsuz herşeyi söyleyerek, düğün hediyesi olarak aldığı terfiyi bir kenara itip işten ayrılması vs. gibi 'normal' olarak tanımladığımız düşüncelerimize, şemalarımıza, inançlarımıza uymayan öğelerle devam ediyor. E bu da, bilinçli olarak farkedemesek de, bilinçaltında bizi rahatsız edebilecek bir durum. Dolayısıyla, sözel olarak 'bu benim şu şu şemalarıma uymadı, rahatsız oldum' demektense genelde, 'sıkıcıydı' gibi daha üstü kapalı bir ifadeyle bize olan etkisini dile getiriyor olabiliriz...


İkinci yorum olarak da, filmin ana konusu olan, gezegenin çarpması sonucu dünyanın yok olması, dolayısıyla ölüm fikriyle yüzleşmekten bahsedebilirim. Zaten bu durum karşısında, 4 farklı karakterin verdiği farklı tepkiler filmde işlenmiş. Karakterlerin yaşadıklarını takip etmek, ister istemez seyredenin de kafasında böyle bir durumda ne yapacağını canlandırmasına yol açıyor. Bu tür canlandırmalar başlı başına kaygı verici ve rahatsız edici olabiliyor. Kaldı ki, en derinde tetiklenen duygu ve düşünce, ölümün kaçınılmazlığı olduğu için, bu tür canlandırmalar yapılmasa da, yaşattığı gerginlik filmin tümüne genellenebiliyor.


E filmin üstüne uyumak fena olmamış sanki...

Hiç yorum yok: