29 Kasım 2012 Perşembe

Let the sky fall ! Muster the Rohirrim !


Bir an gelir daha fazla üzülemem, daha fazla kırılamam. Ağlamaya çalıştığımda gözyaşlarım süzülmez. Gözlerim sulanmaz bile. İşte o an bir boşluğa düşerim. Senelerce kafamda döndürdüğüm, üzüldüğüm, meraklandığım, sevindiğim, heyecanlandığım şey yoktur. Açılan boşluğun yerine ne koymak gerekir ? Terapide, danışanın gizli silahlarından biridir bu durum. O soruna/yaşantıya ihtiyacı vardır çünkü o olmazsa yerine ne koyacağını/ne yapacağını bilemez. Eğer farkında değilseniz bu durumun, görüşme saatleri boyunca çırpınır durursunuz varolan semptomları vs. ortadan kaldırmak için. Olmaz ki ?! O kişinin neden bırakmamak için bu kadar direndiğini çözmelisiniz önce. Evden çıkmakla ilgili korkuları, sevgilisinin terk edeceğine dair endişeleri, sürekli ocağı kontrol etme ritüelleri yok olursa, bu 'özel' durumları olmadan kim onunla ilgilenir ? Başka türlü nasıl dikkat çeker ? Ya da kafasının içinde dönüp duran bu tür düşünceler olmadan, kendisiyle baş başa kaldığında, kendisini sevmediği ya da belki sıkıcı olduğu gerçeğiyle nasıl yüzleşir ? Belki de derdi çok derinlerdeki ölüm korkusudur ? Yaşlandığını farketmemek için ilişkilerin peşinden koşuyordur ? Alnında 'sorun çözücü' yazdığı için, varoluşunu etrafındaki insanları/sorunları 'çözerek' sağlamaya çalışıyordur ? İşte bunların hepsi değerlendirilmelidir. Bu sadece görüşme saatlerinde, terapist-hasta arasında yapılacak bir şey değildir. Geriye dönüp arkasına bakmaya cesaret edebilen herkes yapmalıdır, çünkü arkaya bakabilmek ve görebilmek, geçmişteki 'benle' yüzleşebilme gücünü de barındırır. Karşılaşılan şeyler korkunç olsa da, yürümemek belki kamburla yürümekten daha iyidir. Hem üzülmeyin/korkmayın, bünye hazır olmadan baksanız da bişi göremezsiniz, sorun yok ! 


13 Kasım 2012 Salı

Şimdi ve Sonra (2012)

Uzakta olduğum için memleketten, gelişmeleri anında takip edemiyorum. Yeni Türkü'nün yeni albümü Şimdi ve Sonra'yı kaçırmışım !!! Zaten şimdiye kadar Yeni Türkü'den neden bahsetmedim hiç bilmiyorum. Hayatımın, aşklarımın, üniversite şenliklerinin, Ankara'nın en önemli parçalarından biridir Yeni Türkü. Hüzünlüdür ama ağıtsal değildir, kalp ağrısını derinden hissettirirken aşka dair umut da verir, dostluklardan bahseder, hayat dallarını yeşil tutmaktan ve memleketten. Murathan Mungan'ın, Can Yücel'in şiirleri zihnin derinliklerine işler, Türkçe'ye aşık eder bir daha. Enstrümanlar Akdeniz sıcaklığıyla eser, Derya Köroğlu sesiyle sarıp sarmalar. Bugün de aynısı oldu, odamın sessizliğine sıcacık içten bir misafir gelmiş gibi hissettim albümü dinleyince. Gözlerim neşeyle parladı. Dostlarımı hatırladım, aşklarımı, ODTÜ'mün şenliklerini, şarap gecelerini, gözyaşlarımı, yaktığım gemilerimi, konuştuğum 'deliler'i, istediğim 'başka türlü bir şey'leri, yaklaşan 'fırtına'ları...Hatırladım belli belirsiz bir umutla ! Yine anladı beni Yeni Türkü;



'Bir gece ansızın gel yine
Elinde mor çiçeklerle
Tazelikle gel yine
Binbir güzel hikayeyle'


12 Kasım 2012 Pazartesi

Bright Star (2009)

Ode to a Nightingale by John Keats




My heart aches, and a drowsy numbness pains 
    My sense, as though of hemlock I had drunk, 
Or emptied some dull opiate to the drains 
    One minute past, and Lethe-wards had sunk: 
'Tis not through envy of thy happy lot, 
    But being too happy in thine happiness, - 
        That thou, light-winged Dryad of the trees, 
                In some melodious plot 
    Of beechen green and shadows numberless, 
        Singest of summer in full-throated ease.
O, for a draught of vintage! that hath been 
    Cool'd a long age in the deep-delved earth, 
Tasting of Flora and the country green, 
    Dance, and Provençal song, and sunburnt mirth! 
O for a beaker full of the warm South, 
    Full of the true, the blushful Hippocrene, 
        With beaded bubbles winking at the brim, 
                And purple-stained mouth; 
That I might drink, and leave the world unseen, 
        And with thee fade away into the forest dim:

Cloud Atlas (2012)

Dikkat ! Bu yazı filmleri seyretmeyenler için bir miktar önbilgi içermektedir 

Bu film Oscar'da en iyi makyaj ödülünü almazsa hangi film alır bilmiyorum. Film içinde yer alan 6 farklı hikayeyi, aynı kişilere farklı makyajlar uygulayarak neredeyse hangi oyuncu olduğunu tanımakta zorlanabileceğiniz bir hale getirerek anlatmışlar. Açıkçası fragmanını seyrettikten sonra bir umutlanmıştım acaba iyi birşey çıkar mı diye...Gel gelelim ki, senelerdir yansıtılan iletilerin görselliği yoğun bir başka sunumu olmuş...'Hepimiz bir birimize bağlıyız, geçmiş gelecek iç içe, sömürüye karşı durulmalı, varolan düzeni bozabilecek birileri elbet çıkar, kimileri de bu yolda yokolmayı göze almalıdır' gibi gibi...Tabii ki her filmin ileti kaygısı olacak ya da bu ileti daha önce hiç dile getirilmemiş bir şey olacak diye bir durum yok. Zaten bu ne kadar imkanlı onu da bilmiyorum, temelde birkaç tane insani/evreni tema üzerinde dönüp duruyor zaten Dünya. Önemli olan aynı konuların farklı yansımalarından bir tat alabilmek. Bir kaşık Sarelle'nin damakta eridikten sonra kalan tadı gibi bir tat yakalayabilmek. Ben kendi adıma o tadı alamadım. Ha filmi seyrederken sıkılmadım, makyajlardan kimin hangi oyuncu olduğunu ayırt etmeye çalışmak da bilmece çözmek gibi olduğu için, filmi seyretmeye dair ayrı bir motivasyon da yarattı...
Bir yandan da, konuların işlenişi ve kullanılan semboller dolayısıyla bu film için bir sürü psikanalitik yorum da yapılacaktır diye tahmin ediyorum. Senaristlerin öyle daha da derin iletiler vermek gibi amaçları vardıysa da, bunun için görsel olarak fazla 'yoğun' bir filmdi, daha basit bir anlatım biçimiyle bu iletiler aktarılabilirdi. Sonuç olarak, keyifli bir film ama beklentileri yüksek tutmamak koşuluyla...