23 Mayıs 2011 Pazartesi

Camelot

1. Sezon, 8. Bölüm

 "Continuity ensures that one is all that one was, but also something new and something yet to be"

Igraine: There's so much about you I don't know
Merlin: And why is knowing so important ?
Igraine: How can we trust each other if we don't know the truth of who we are
Merlin: Are you that fixed ? So certain of who you are
Igraine: Maybe
Merlin: But how would you know you won't change tomorrow
Igraine: I am sure I will, but I know who I am tonight 

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Dave Matthews Band



1991 yılında Amerika'da kurulan grubun kurucusu, şarkıların tamamına yakınını oluşturan ve gruba adını veren Dave Matthews'tür. Müzik türü olarak, grup üyelerinin farklı tarzlarıyla (keman/saksafon) bütünleşen; caz, klasik, soul, hip hop gibi farklı türlerin içinde bulunduğu özgün bir biçim denebilir. Under the Table and Dreaming, Crash, Before These Crowded Streets, Everyday, Busted Stuff, Stand Up, Big Whiskey and the GrooGrux King olmak üzere yedi stüdyo albümleri bulunan grubun, canlı kayıtlarının bulunduğu albümler en sevdiklerim arasında. Aslında bu grubu dinlerken hissettiklerim, Tori Amos'u dinlerken hissettiklerime benziyor. Notalarla beraber gözümün önünde canlanan renkler ve her rengin ayrı bir duyguyu harekete geçirmesi...Her parçada çıkılan ayrı bir yolculuk...Albümleri art arda sıralayıp çalma listesi oluşturduğum her seferde, farklı bir parçayı keşfetmem ve daha sonra o parçanın, tekrar tekrar dakikalarca dinlenebilmesi...Sözlerin de notalar kadar vurucu olması...Bir başka büyü işte...

"Spoon in spoon
Stirring my coffee
I thought of you
And turned to the gate
And on my way came up with the answers
I scratched my head
And the answers were gone"


 

"Hey, my love, you came to me like wine comes to this mouth
Grown tired of water all the time
You quench my heart and you quench my mind"


"Look at us spinning out in 
The madness of a roller coaster 
You know you went off like a devil In a church in the middle of a crowded room 
All we can do, my love 
Is hope we don't take this ship down"

    beklemek

    Yıldız Kenter'in Cem Talu tarafından çekilen fotoğraflarına ve yılların öğrettikleriyle ilgili söylediklerine denk geldim. Demiş ki Yıldız Kenter "İnsan hiçbir zaman beklediğini bulamaz. Hep bir şey bekler, beklemelidir de..." 
    Hayat, bir bekleme hali olmadan, nasıl olurdu bilemiyorum, belki elfler gibi 3000 sene yaşayacak olsak, beklemeyebilirdik...Arayış halinde olmak, arayış halinde olunan şeyi/leri beklemek; istemek, beklemek; hayal etmek, beklemek...

    Yaşamın kendisi bir bekleme hali en temelinde, ölümlü olduğumuzdan dolayı....Lakin bekleme durumları; kafamızda yarattığımız şablonları beklemeye, gördüğümüzü takdir edip keşfetmek yerine, sert idealizme çıkınca, tatlı meraklar/heyecanlar/hayaller yerini hayalkırıklıklarına bırakıyor. Beklemek, beklenti oluyor...Birçok farklı konu buraya bağlanabilir aslında, şimdi yerine geleceğe dönük odaklı yaşamaktan tutun da, tüketim toplumu söylemlerine kadar....Evet herkesin gerçeği kendi algısıyla sınırlı, fakat deneyim ve bilim diye de iki olgu var...Aradaki ince çizgiye dikkat etmek gerek...Sonuçta göreceliliği kabul ediyorsak, en azından göreceliliği anlayabileceğimiz ortak bir noktada buluşabiliyoruz demektir...

    18 Mayıs 2011 Çarşamba

    Esbjörn Svensson Trio (E.S.T)



    İsveçli caz/piyano üçlüsü; piyanoda Esbjörn Svensson, kontrbas'ta Dan Berglund ve vurmalılarda Magnus Öström'ten oluşmaktadır/taydı. Maalesef, Esbjörn Svensson, 2008 yılında Stockholm'de dalış yaparken hayatını kaybetti. Tek avuntum, kendisini Türkiye'deki konserlerinden birinde dinlemiş olmam. Caz'la ilgili çok fazla teknik bilgim yok, ama bana soran birine bu grubun türü için birşey söylemem gerekirse sanırım progresif caz derdim (ki biraz araştırma sonucu bunun çok da yanlış olmayacağını gördüm). Grubun 11 albümü, bir de konser kaydı içeren bir DVD'si bulunmakta. Albümlerin içinde benim en sevdiklerim; Strange Place for Snow, From Gagarin's Point of View ve Viaticum. Bu grubun bende  uyandırdığı duyguları tanımlamak için, Pain of Salvation'ın sözsüz, caz mecrasına taşınmış hali diyebilirim. Parçaları dinlerkenki temel duygum ise, denizde yüzme hissi...Dinlemeye başladığınız anda  ruh haline olan etkisi, notaların duygulara yaptıkları vurgu, düzensiz ve hızlı ritm değişiklikleri, özellikle sevilen parçaların yarattığı bulunulan ortamdan uzaklaşma hissi gibi öğeler de bu grubu pek sevmemin başlıca nedenleri. 

    15 Mayıs 2011 Pazar

    Tutku

    Bazı kavramlar vardır, ilk başta belli belirsizdir, yıllar içinde "yaşam" katsayısı arttıkça parlamaya başlar...tutku sanki onlardan biri...hayata, yeni şeyler keşfetmeye, hep merak etmeye, değişmeye, sevmeye, umuda, inanmaya, zamana dair; deneyimle, duygularla şekillenen; kimi zaman bir sese, kimi zaman da bir fikre ait olan tutku...kaynağını yozlaşmış "aşk" kavramlarından değil, bireyin benliğinden ve hayat görüşünden alan, günlük akışı sağlayan, sıradanlığın kabulü içinde dahi yaratmaya devam edebilen, bazen bir dostta bazen bir sevgilide ama hep paylaşımda yakalanan, başka başka tutkuları yakalayabilen; özgür, geçmiş ve geleceği dışlamadan "an"ın içine karışabilen bir tutku...tut-ku => her türlü parçayı bir arada tutan tut-kal => evet böyle bir şey var...sınırlı sayıda ama var...eğer buna sahip seriye denk gelmişseniz, o zaman sanırım sahiden şanslısınız !

    9 Mayıs 2011 Pazartesi

    can bonomo

    Son birkaç gündür dinlediğim Can Bonomo'nun albümünü bayağı sevdim. Farklı ritm geçişleriyle bir etnik progressive tarz yakalanmış. Başta favorim 'Bana bir saz verin' iken, şimdi 'Meczup'a takılmış durumdayım. 'Şaşkın' ve 'Süper' ve 'Öptüm' diğer favorilerim...Bu arada daha önce şu yazımda eklediğim 'Bana bir saz verin'in videosu da güzel olmuş. Genel olarak başarılı bir albüm :)


    6 Mayıs 2011 Cuma

    Pandora'nın kutusu

    Pandora'nın kutusuyla ilgili çeşitlemeler bulunmakta. Bunların temel ikisini detaylara girmeden özetlemek gerekirse, Pandora klasik Yunan mitolojisinde Zeus'un emriyle yaratılan ilk kadındır ve kendisine açılmaması gereken bir çömlek/kavanoz verilir (yanlış çeviri sonucu kutu olmuş). Bir anlatıma göre bu kavanoz/çömleğin içinde dünyanın bütün kötülükleri bulunmaktadır ve Pandora merakına yenilip bu kavanoz/çömleği açar ve umutsuzluk hariç bütün kötülükler dünyaya yayılır. Bir diğer anlatıma göre ise, çömleğin içinde insanların sahip olduğu bütün iyi özellikler bulunmaktadır ve umut hariç bütün özellikler çömlekten uçarken, insanlığı da terk ederler. 

    • Literatürde intiharın en belirgin yordayıcılarından biri umutsuzluktur. 
    • "At the pathological extreme of boredom lies a sense of hopelessness"

    Kısaca umutsuzluğa düşmeye görsün insan...yeni yaş döneminin getirdiklerini soran bir arkadaşıma cevap olarak, umudun değerini anlamak derim...

    4 Mayıs 2011 Çarşamba

    Mika



    İnat etmiştim evet, itiraf ediyorum. Grace Kelly adlı şarkısı ortalığı kasıp kavururken, "Aa sesi Freddie Mercury'e benziyormuş" lafları dolaşırken, görmezden gelmek için inat etmiştim. Niye etmişim ki ? Sahiden bilmiyorum. Olsun geç oldu ama güç olmadı :). Saatlerdir varolan iki albümünü, Life in Cartoon Motion ve The Boy Who Knew Too Much'ı arka arkaya dinliyorum. Yaklaşık üç ay önce hakkını vererek (hakkını vermek =parçalarının hepsini dinlemek :)) keşfettiğim Mika'yı çok sevdim. En çok da, Rain, I See You, Relax, We Are Golden adlı parçalarını sevdim. 
    İstanbul toprakları  Mika'yı ağırladığında, aklımın ucundan gitsem mi diye geçirmiştim ama uzun zamandır görmediğim ve çok sevdiğim bir arkadaşımın doğumgünü aynı güne denk geldiği için, bu düşünceden hemen uzaklaşmıştım. Konser sonrası yorumlara baktığımda, herkes ne kadar eğlendiğini, Mika'nın sahne performansının oldukça iyi olduğunu yazmıştı. Bu da, keşfimle beraber Mika'nın bir sonraki ziyaretinin kaçmaz olduğu anlamına geliyor ;). Şimdiye kadar yazdığım her büyücü için bir "his" tariflemesi yaptım. Mika'nın ne eksiği var :). Mika nedense, böyle yeşil çimleri ve açmış güzel çiçekleri olan bir bahçede, ev yapımı kek/kurabiye eşliğinde içilen demlenmiş çay yanında yapılan tatlı bir anneanne/babaanne sohbeti havası yaratıyor bende. Eğlenceli, hareketli ama böyle "yerimde duramıyorum" gibi değil de, daha insanın yüzünü güldüren cinsten :)).

    1 Mayıs 2011 Pazar

    bişi vs.bişi

    calvin & hobbes
    Kimi günler durduk yere umut dolu ve mutlu olabilme potansiyeline sahip olan insan, pek tabii ki, durduk yere umutsuzluğa kapılma ve mutsuz olabilme potansiyeline de sahiptir. Buradaki durduk yere öbeği tırnak içinde yazılmalıydı. Ne de olsa hiçbir şey durduk yere olmaz değil mi ? Bahsi geçen öbek bu yazıda "görünürde bir şey olmadan" anlamı taşımaktadır. Görünmeyende kimbilir neler olur ? Bilinçaltımız bize ne tür oyunlar oynar ? Hangi küçük çağrışımlar biz farkında olmadan, ailemizde yankılanan özlü sözleri (family saying) ya da eski bir ilişki kırıntısını hatırlatır ve kendimizi iyi/kötü hissettirir. Ya rüyalarımız ? Onlara ne demeli ? Freud tarafından bilinçaltına giden yol olarak tanımlanan rüyalar, günlük yaşamda bastırdığınız/farkında olmadığınız/kaçtığınız durumları/olayları yakalamanın en göreceli kolay yolu...Tarafımdan, bir rüyada ne kadar çok sembol varsa, o rüyaya konu olan durumun o kadar bastırıldığı/farkına varılmadığı düşünülmekte...Aslında çoğu zaman rüyaları yazmak ve sonrasında değerlendirmek kişi için gayet aydınlatıcı olabiliyor..Rüya işte deyip geçmemeli...