22 Haziran 2011 Çarşamba

Clementine



Clementine'in, orjinal adı "Clémentine : les merveilleux voyages de Clémentine et ses amis". Senaristliğini Gilles Taurand ve Olivier Massard’ın, yapımcılığını da Bruno-René Huchez’in üstlendiği 1984 yapımı bir çizgi film. İlk sezonunda 26 bölümü, ikinci sezonunda da 13 bölümü yayımlanan Clémentine’in başlıca kahramanları; Clémentine, peri Héméra, Clémentine’in erkek kardeşi Petit Boy, babaları Alex, Molache sirki çalışanları ve çizgi filmdeki kötülüklerin kaynağı ateşten yaratık Malmoth. Clémentine’in çıkış noktası ise yapımcı Bruno-René Huchez’in çocukluğu. Sekiz yaşındayken ciddi bir hastalığa yakalanan Huchez uzunca bir süreyi yatakta geçirmek zorunda kalmış ve annesi ona her gece uyumadan önce dünyayı dolaşan küçük bir kızın hikayesini anlatmış. Seneler sonra, Huchez kendisini etkileyen bu hikayeleri bir projeye dönüştürerek çocuklarla da paylaşmak istemiş ve ortaya Clémentine çıkmış. Yapım aşamasında Clementine’in sıradan bir çizgi filmin ötesinde, çocuklara farklı ve yeni bir bakış açısı verebilen, kültürel tarihin az bilinen hikayelerini anlatan bir çizgi film olabilmesi amaçlanmış. Gerçekten de, Clémentine’in bölümlerine baktığımızda Bin bir Gece Masallarında ve Sinbad’ın maceralarında geçen kartal Roc’dan, firavun Akhenaton’a kadar bir çok değişik kültürel öğeyi görebiliriz. Ayrıca, çizgi film yapılırken, uygulamalı psikoloji merkezinden yardım alınmış olması da Clémentine’in özellikleri açısından kayda değer başka bir bilgi. Çizgi filmin o unutulmaz açılış şarkısını seslendiren kişi ise, Marie Dauphin; önceleri bir sirkte akrobat olarak çalışan Marie Dauphin ,Clémentine’den sonra Lady Oscar adlı çizgi filmin de açılış müziğini seslendirmiş.

Clémentine 87 ülkede yayımlanarak, o dönemin çocuklarını  etkilemesini başarmış ve izlerini günümüze dek taşıyabilmiş bir çizgi film. Kişisel olarak ise çocukluğuma ait çok temel anılardan biridir, geceleri uyumadan önce az düşünmemişimdir Hemera ve küresini :). Hala da ara ara, jenerik müziğini dinleyip, o günlere geri dönmek hoşuma gider...Hedefim ise bölümlerini bir şekilde temin etmek, tekrar seyredince ne hissedeceğimi merak ediyorum açıkçası....

21 Haziran 2011 Salı

Somewhere (2010)

Ülkemizde adı "Başka Bir Yerde" olarak çevrilen bu filmi bugün seyretmiş bulunmaktayım. Yönetmen Sofia Coppola, başrolde de Stephen Dorff bulunmakta. Kendimce "süreç" filmi olarak tanımladığım film kategorisini sevmekteyim...Bir Nuri Bilge Ceylan filmi olan "Uzak", Alejandro Gonzalez Inarritu filmi olan "Biutiful" bu alanın örnekleri olarak verilebilir...Somewhere de bu kategoriye girmekte de...sevmedim. Tabii sevmek zorunda değilim her filmi de, sinemadan çıkışta, "benim bir haftamı çekseler de olurmuş" gibi naif bir yorum yapmama sebep olduğundan, garipsedim durumu. Bende uyandırdığı düşünce "bana ne bu adamın hayatından" oldu...Halbuki diğer bahsettiğim bu kategorideki filmler de, hikayeyi aynı biçimlerde anlatıyorlardı...Fazla mı sığ buldum acaba ???...Biraz daha düşüneyim.
  

16 Haziran 2011 Perşembe

casanova

Casanova: Don't believe in what people say. I don't conquer. I submit
I've never sought glory as a lover.
Woman: Well, what then, Signor Casanova, do you seek?
Casanova: A moment that lasts a lifetime. 

8 Haziran 2011 Çarşamba

The Tourist

Elise: It's the um...the Roman god, Janus. My mother gave it to me when I was little. She wanted to teach me that people have two sides. A good side, a bad side; a past, a future. And that we must embrace both in someone we love. And I tried.
Frank Tupelo: What's he like?
Elise: He's...different, from anybody I know.
Frank Tupelo: Different's good. Where I come from, the highest compliment they can offer a person is to say that they're down to earth, grounded. I hate it. It drives me nuts.

4 Haziran 2011 Cumartesi

tekrarlar

    Dün gece uyumadan önce Pain of Salvation dinliyordum...Şu anda da muhteşem "Be" albümlerini kimbilir kaçıncı kez dinliyorum....düşündüm bu tekrarların sebebi ne ? Duygu düzenlememi (regulation) müzikle yaptığım çok net..Hangi ruh halinde olursam olayım, bu ruh halini devam ettirmek ya da değiştirmek istediğimde kullandığım en etkili yöntem müzik dinlemek....Bazen bir albüme bazen de sadece bir parçaya takılıp kalıyorum...Başlarda kendime kızıyordum, albümü ya da parçayı tüketiyorum diye...Sonraları farkettim ki, ne kadar çok dinlersem dinleyeyim, bazılarından hiç sıkılmıyorum...Bu durumu hayatıma genelleyerek değerlendirdiğimde ise, benzer şekilde tekrarladığım ve hiç sıkılmadığım çok fazla şey olduğunu farkettim..
      Neden sıkılmıyoruz ? Tekrarlar neden güzel geliyor ? En tepeye çıkarsak, şemalarımızdan bahsedebiliriz. Hepimizin kafasında, çok büyük kısmı çocukluğumuzda şekillenen birtakım şemalar var. Şemaları açarsak; kim olduğumuza, nasıl mutlu/mutsuz olacağımıza dair varsayımlarımızı, inançlarımızı barındıran, yerleşik düşünce kalıpları diyebiliriz. Alp kendi şeması içerisinde, değersiz olduğuna ve hep terkedileceğine inanıyor olabilir. Aslı ise değerli olması için mükemmel olması gerektiğini varsayıyor olabilir gibi...Tabii bunlar genelde bilincinde olduğumuz şeyler olmuyor, farkına varabilmek için bayağı bir gözlem yapmamız ve içgörü sahibi olup, neyi niye yaptığımızı gözlemleyebiliyor olmamız gerekiyor...Tekrarlara gelirsek, aslında herkes kendi şemasını doğrulamak için uğraşıyor. Dolayısıyla da, bu şema farkındalığı yoksa (olsa da değiştirmek için bayağı yol katedilmesi gerek, sadece farkındalık pek bir işe yaramıyor) farklı insanlarla, farklı ilişkilerde aynı davranış ve düşünce örüntülerini tekrarlıyor. Bu durum, psikolojik açıdan yaşadığımız en büyük tekrarlardan biri...

Günlük hayata dönüp baktığımızda ise, zaten fizyolojik olarak yaşamak bir tekrar...uyu, uyan, ye iç, yat kalk, gece gündüz ???...Daha da ileri gidip, yaratıcılığın da bir tekrar olduğuna kanaat getireceğim...varolandan sıkılmak ya da başka iç ve dış koşulların oluşmasıyla beraber yeni bir şeyler ortaya çıkarmak....Değişik kombinasyonlarda bunun insan varolduğundan beri devam ediyor olması....Evrim başlı başına bir yaratma dolayısıyla da bir tekrar serüveni zaten....
Duygulara gelirsek onlar da tekrardan ibaret değil mi ? Hatta belli başlı, evrensel olarak nitelendirilen 6 tane temel duygumuz bile mevcut...e bu kadar tekrar varken, aynı şeyleri dinlemek ya da aynı filmleri tekrardan seyredip, sevilen kitap bölümlerini tekrardan okumak yadsınmamalı o zaman...eğer bütün bunlar bir hikaye anlatıyorsa, biz de kendi hayatlarımız içinde yeni yeni ama temelde öyle ya da böyle bir yanıyla tekrar eden hikayeler yaşıyorsak, bu hikayeleri hazmetmeye/içselleştirmeye çalışırken, varolan diğer benzer hikayelere sarılmak kadar da doğal birşey olmasa gerek...

3 Haziran 2011 Cuma

Tek çocuk

Passiflora'nın yazdığı tek çocuk yazısıyla bu aralar yeniden tetiklenen, öncesinde de üzerinde çok düşündüğüm ve okuduğum bir konu tek çocuk olmak...Yaptığım araştırmalar ve gözlemler sonucu aslında tek çocuk veya kardeşlere sahip olan bireylerin temelde aile tutumlarına göre farklılaştığına kanaat getirsem de, kardeş sahibi olup/olmamanın etkisini de yadısayacak değilim. Özellikle rekabeti öğrenebilme, rekabet içinde yer alma/kaçma konularında bu farkın önemli olduğunu düşünüyorum...İnsan ilişkileri konusunda özellikle paylaşım konusunda, benim için kritik olan aile tutumları fakat...Aile, insan ilişkilerinde paylaşımı desteklesin ya da desteklemesin gözardı edilemeyen bir gerçek var ki, o da tek çocuğun yalnız olduğu....Yani ister çok paylaşımcı olsun ilişkilerinde, ister kutu gibi kapalı olsun, tek çocuğun bilinçaltında yalnızlık kavramı hep var ve aslında bağışıklık sisteminde de bu hep var...Bu durum kabul etmesi zor da olsa, varoluşsal yalnızlıkla beraber değerlendirildiğinde aslında bir güce dönüşüyor...Her ne kadar kaybetme korkusunu her bireyin yaşayacağı kadar yaşasalar, kardeşleri olmadığı için insan illişkilerine çok değer verseler, arkadaşlarını kardeşleri gibi görseler de, bu tek çocuklar tek başlarına varolabileceklerini bildiklerinden öyle veya böyle (bununla yüzleşmişlerse tabii) bir noktadan sonra kaybetmekten de korkmuyorlar ve vazgeçmek bilinçli tercihleri oluyor...isteyerek, bilerek vazgeçmek...kaybedecek birşeyleri yok...zaten tek başlarına varlar ve var olabiliyorlar...tek başlarına geçirileceği düşünülen zaman, diğerleri kadar korkutucu bir durum gibi gözükmüyor çünkü zaten kendi başlarına oyun oynamışlar, yaramazlık yaptıklarında çocukken, suçu atabilecekleri/paylaşabilecekleri bir kardeşleri olmadığı için bununla kendileri yüzleşmişler, vs...o yüzden benim gözlemlediğim kadarıyla tek çocukların sınırlarını fazla zorlamamak gerek, bir noktada arkalarına bakmadan gidiyorlar..