Dikkat ! Bu yazı filmi seyretmeyenler için fazlaca önbilgi içermektedir :)
Uzun zamandır beklediğim ve illa sinemada seyredeceğim dediğim bu filmi nihayet seyrettim. Açıkçası hayalkırıklığına uğradım. Nedense beklentilerimi daha varoluşsal vurguların yapıldığı (yapılmıyor değil sadece tarzı farklı), belki beni daha muallakta bırakacak bir filme göre ayarlamıştım. Karşıma ise, yüzde yüz patoloji anlatan (meslek yüzünden bu kısım bende çok ön plana çıkmış olabilir tabii ki), hem de çok iyi anlatan, psikolojinin belli alanlarında ders anlatılırken kullanılabilecek bir film çıktı. Aronofsky'den oldukça etkileyici bir film. Natalie Portman, zaten söyleyecek çok birşey bırakmamış...
Film annesi tarafından beyaz bir kuğu olarak yetiştirilen Nina'nın içindeki siyah kuğuyu keşfetme ve ortaya çıkarma sürecini anlatıyor. Annesinin Nina için kendi bale kariyerinden vazgeçmesi; gerçekleştiremediği hayalini kızının üstünden gerçekleştirmeye çalıştığı ve başarı hissini yaşarken bir yandan gizli kıskançlığının zaman zaman su yüzüne çıktığı bir süreç haline gelmiş. Kızıyla ayrışamayan annenin, kızının hayatını "bale disiplini" altında kontrol etmeye çalıştığını, Nina'nın da hayatını, kendine zarar vererek (tırmalayarak/kusarak), vücudu yoluyla kontrol etmeye çalıştığını görüyoruz.
Bu tür kendine zarar verme davranışı, literatürde travma ve taciz gibi yaşantılarla, madde kullanımı, yeme bozuklukları, düşük öz-saygı ve mükemmeliyetçilik gibi öğelerle beraber görülebiliyor. Hayatlarında başka türlü kontrolü sağlayamadıkları algısına sahip bireylerin; yaşamdaki kaygı ve stress kaynaklarıyla başetme, herhangi bir şey hakkında kendilerini "söz söyleyebilecekmiş" gibi hissetme yolları. Filmde, bu öğelerden biri olan mükemmeliyetçilik, kendi hayallerini kızına yansıtan annenin ve mesleğin "mükemmel" dansçı beklentileri, Nina'nın da içselleştirdiği "mükemmel olmalıyım" sesleri olarak çıkıyor karşımıza. Mükemmel bir dansçı ve herşeyini annesiyle paylaşan, yetişkin ama çocuk Nina olmak adına hayatın renklerinin, duyguların baskılandığı bir düzen. Nina için bir süre boyunca herşey yolunda gidiyor...her ne kadar çevresinde "frijit" olarak tanınsa, odasında kendine ait bir mahremiyeti olmasa, cinsellikten uzak dursa ve odasındaki oyuncaklardan, mesleğine kadar annesinin seçtiği şekilde yaşasa da...Dönüm noktası ise beyaz kuğu ve siyah kuğunun aynı vücutta yorumlanması gerekliliği oluyor. İşte o noktada, "The only person standing in your way is you" ya da "Perfection is not just about control. It's also about letting go. Surprise yourself so you can surprise the audience." gibi sözlerle karşılaşan Nina, isyan etmeye başlıyor...
Bu sözler, yönetmenin kendisinde uyandırdığı cinsel çağrışımlar ve rekabet hisleriyle, ruhu ve gözleri kanlanan Nina gri tonlara geçmeden, beyazdan siyaha geçmek zorunda. Bu bir savaş. Zaten uzun zamandır kendisiyle savaşan Nina, şimdi bunu aynaların önünde daha da sarsıcı bir şekilde yapmak mecburiyetinde. Ve seyirci bu savaşa çok etkileyici bir biçimde tanık oluyor. Nina, kendini daha çok tırmalamaya başlıyor, halüsinasyonlar ortaya çıkıyor, annesine isyan ediyor, odasının düzenini değiştiriyor, bir parça mahremiyet yakalayabildiği banyo dışında, kendi odasını da kullanmaya başlıyor, cinselliğini keşfediyor....Lakin, herşey yine mükemmel olabilmek adına...çünkü Nina'nın bildiği/öğrendiği/kendisinden beklenilen varolma yolu bu..Ya ödediği bedel ? Filmin sonunda, Nina bu savaştan galip olarak çıkıyor, tüm tutkusuyla dans eden bir siyah kuğu olarak. Herkes memnun. Seyirciler ayakta alkışlıyor, annesinin gözleri sevinçten mi üzüntüden mi bilinmez bir şekilde dolmuş durumda, yönetmen gördüğü siyah kuğunun tutkusuna hayran...Muhtemelen hayatına ya da kariyerinin bir bölümüne mal olan bu zaferde, Nina içindeki beyaz kuğuyla beraber zincirlerinin bir kısmını kırarken, aslında yerlerine sadece yenileri eklediğinin farkında olmadan şu son sözleri sarfediyor:
Thomas Leroy: Nina, what did you do?
Nina: I felt it. Perfect. I was perfect.