Bir an gelir daha fazla üzülemem, daha fazla
kırılamam. Ağlamaya çalıştığımda gözyaşlarım süzülmez. Gözlerim sulanmaz bile.
İşte o an bir boşluğa düşerim. Senelerce kafamda döndürdüğüm, üzüldüğüm,
meraklandığım, sevindiğim, heyecanlandığım şey yoktur. Açılan boşluğun yerine
ne koymak gerekir ? Terapide, danışanın gizli silahlarından biridir bu durum. O
soruna/yaşantıya ihtiyacı vardır çünkü o olmazsa yerine ne koyacağını/ne
yapacağını bilemez. Eğer farkında değilseniz bu durumun, görüşme saatleri
boyunca çırpınır durursunuz varolan semptomları vs. ortadan kaldırmak için.
Olmaz ki ?! O kişinin neden bırakmamak için bu kadar direndiğini çözmelisiniz
önce. Evden çıkmakla ilgili korkuları, sevgilisinin terk edeceğine dair
endişeleri, sürekli ocağı kontrol etme ritüelleri yok olursa, bu 'özel'
durumları olmadan kim onunla ilgilenir ? Başka türlü nasıl dikkat çeker ? Ya da
kafasının içinde dönüp duran bu tür düşünceler olmadan, kendisiyle baş başa
kaldığında, kendisini sevmediği ya da belki sıkıcı olduğu gerçeğiyle nasıl
yüzleşir ? Belki de derdi çok derinlerdeki ölüm korkusudur ? Yaşlandığını
farketmemek için ilişkilerin peşinden koşuyordur ? Alnında 'sorun çözücü'
yazdığı için, varoluşunu etrafındaki insanları/sorunları 'çözerek' sağlamaya
çalışıyordur ? İşte bunların hepsi değerlendirilmelidir. Bu sadece görüşme
saatlerinde, terapist-hasta arasında yapılacak bir şey değildir. Geriye dönüp
arkasına bakmaya cesaret edebilen herkes yapmalıdır, çünkü arkaya bakabilmek ve
görebilmek, geçmişteki 'benle' yüzleşebilme gücünü de barındırır. Karşılaşılan
şeyler korkunç olsa da, yürümemek belki kamburla yürümekten daha iyidir. Hem
üzülmeyin/korkmayın, bünye hazır olmadan baksanız da bişi göremezsiniz, sorun
yok !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder