12 Mart 2011 Cumartesi

Kısır döngü: Mutluluk nerede ?

Fringe'ın yeni bölümünü seyrettikten sonra sabahtan beri kafamda şekillenmekte olan düşüncelere Passiflora'nın iki yazısı da eklenince, zihnimin düşünce arşiv bölümünden gerekli dosyalar çıkarıldı, yazıya dökülmesine karar verildi. 

Fringe'de neler oldu ? Fringe'de hep birşeyler oluyor da :p, bu seferki bölümde, insan ruhunun/bilincinin enerji olduğu, dolayısıyla beden öldükten sonra yok olmadığı ve uygun aracı kullanılarak, tekrar erişim sağlanabileceği işlenmiş. İyi güzel...Zihin ve beyin, ruh/bilinç ve madde iç içe...

Yine kulaklarını çınlatarak Umur Talaslı hocamın Cognitive Science için söylediklerini çıkardım arşivden. Cognitive Psychology'nin giderek Cognitive Science'a kaymasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Ona göre "zihin" başka bir alan ve "beyin" başka bir alandı. İkisiyle ilgili çalışmalar kendi sınırları içerisinde yapılmalı ve ortak bir alanda toplanmamalıydı...Benim de katıldığım bir görüş, bilimsel araştırma uygulamaları açısından...Lakin..

Belki duymuşsunuzdur, bir kalem alır ve dişleriniz arasında bir süre tutarsanız, gülme kaslarınız aktif hale geleceğinden, beyninize "gülümseme" haliyle ilgili sinyaller gider ve bir süre sonra kendinizi daha iyi hissedersiniz. Bunun gibi, hem düşüncelerin fizyolojiyi hem de fizyolojinin düşünceleri iki yönlü olarak etkilediğine dair çok fazla bulgu var. Mesela, ben hormonal döngü etkilerine hala şaşırabiliyorum. Sabah uyandığımda, dünyanın en huysuz insanıyken, düşüncelerim olabilecek en olumsuz ve paranoyak hallerindeyken, akşama pamuk gibi bir insan olmayı ve bunun tek tetikleyicisinin o gün içindeki birtakım fizyolojik değişimler olmasını hala şaşkınlıkla karşılıyorum ve hazmedemiyorum. Adeta, tek yönlü sıfır kontrol. İki yönlü dengenin bir taraf yönüne bozulduğu, çok önemli bir örnek. Buradan da, mutluluğa geliyorum. Mutlu olmak ne kadar bizim elimizde ki ? Passiflora, sorgulamaktan, ne istediğini bilmekten, sonra da karar vermekten bahsetmiş. Mutlu olmaya karar vermek..."mutluluk belki de bir ütopya değil" demiş... 

Yollar karışıyor, bütün bu zihin-beyin etkileşimi çerçevesinde....Bir yanda neredeyse sıfır kontrolümüz olan durumlar, bir yanda, "dünya, bedenimiz ve ilişkilerimiz" dahil herşeyi kontrol edebileceğimize dair inancımız...isteğimiz, belki de amacımız...

Yine arşive bakıyoruz, bu noktada varoluşçuluk çıkıyor...Gerçeğin "yaşanan anda" insanın kendi dünyasında yaşananlar olduğunu (Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri) akılda tutarak "there is reality only in the action; and more, man is nothing other than his own project and exists only in as far as he carries it out" (Jean Paul Sartre, 1945) diyebiliriz. Nietzsche'nin "seni öldürmeyen şey seni güçlendirir/öldürmeyen acı güçlendirir" mantığını takip ederek, hayattaki kontrolümüzün çok az olduğunu kabul ettikten sonra (the power of vulnerability - bu videoda çok güzel anlatıyor, - kısmi özet: olumlu duygular kadar olumsuz duygular da kabul edilmeli/yaşanmalı/kırılmaktan, kaybetmekten korkup hissizleşmenin önü açılmamalı....) bizi asıl özgür kılacak şeyin, bu kabullenmeden sonra yapacaklarımız olduğunu varsayarsak, işte o zaman belki mutluluk ütopya olmaktan çıkar. Peki bu yapacaklarımızın ön koşulları nedir ? Farkında olmak, ne istediğini bilmek ve karar vermek/istemek...ve bu kararların/ isteklerin sorumluluğunu üstlenmek (sorumluluğu üstlenme kısmına alphan'ın yorumlarıyla açıklama getirecek olursak "istediğin şey için mücadele etme, çıkabilecek zorlukları kabullenme, aşmak için gerekli azme sahip olma" nın yanısıra, "istediğin şeyin her an yok olabileceğinin/veya hiç bir zaman ulaşamayacağının da bilincinde olmak, ve bunu içselleştirebilmek")....Şimdi ve burada...Evet, çok zor...

Hiç yorum yok: