'Ignorance is bliss'
Şu anda olduğum şey, küçükken insanları gözlemlemeye, olaylardan çıkarımlar yapmaya pek meraklı olduğu için psikolojiyi seçti, ve psikoloji eğitimiyle de güncel şeklini aldı.
Yaptığı seçimden mutlu mu ?
Evet, çünkü biliyor ki, psikolojiyi seçmese, seçeceği diğer meslekler de hep varoluşu, insanı anlamaya yönelik olacaktı.
Bu meslek kişilikle iç içe geçtiğinden, günlük hayatta o kimlikten soyutlanmak imkansıza yakındır. Danışanlarla kurulan profesyonel ilişkide kişilik ve mesleki kimlik arası çizgi, günlük hayata göre daha nettir. Danışanlar belli bir süre ve belirli bir konu için oradadırlar, karşıaktarım denen - danışanla ilgili bir durumun terapist üzerinde yarattığı etkinin terapiye taşınması - durum olasıdır fakat onun da üstesinden gelmenin yolları vardır. En nihayetinde, farkındalığının yüksek olduğunu varsaydığımız terapist (çünkü olmayanlarından da bolca var) kendi çözemezse bu durumu bir başka meslektaşından yardım alır, hala da olmuyorsa danışanını başka bir terapiste yönlendirir.
Bunlara rağmen danışana yardım edebilme ihtimali ise azımsanmayacak derecededir.
Günlük hayatsa en zor olanıdır. Benim için öyle en azından.
İnsanların birbirlerini nasıl es geçtiklerini, kendi içlerinde yaşadıkları fırtınaları görürsünüz ama yardım edebilme ihtimaliniz, bir terapi ortamına göre hep daha düşüktür. İşin içinde, o insanlarla kurduğunuz ilişki vardır, kendinizi geriye çekip, aktarımlara/karşıaktarımlara terapideki gibi direnemezsiniz. Direnmeye çalışırsanız da, bu 'psikolog' olmak demektir, onun da yararından çok zararı vardır, yukarıdaki sebepten ötürü.
Bir de zaman kısıtlaması yoktur günlük hayatta, 1 saatlik terapi görüşmeleri gibi sınırlayamazsınız. Gece olur, gündüz olur, internetten olur, telefondan olur, olur da olur...
Bunun dışında, kıyının öbür yakasında bir de kendinizle uğraşırsınız...Emek verdiğiniz şeylere, aldığınız tepkilere bazen anlam veremezsiniz. Karşınızdakinin durumu o kadar açıktır ki, kağıda dökseniz muhteşem bir 'vaka formulasyonu' (bir terapi terimi daha, kişinin neyi ne için yaptığına dair, kendine yönelik düşüncelerini, inançlarını ve çevresinin bu düşüncelere olası etkisini anlatan bir şema) çıkarabilirsiniz, ama yine de kendinizi alıkoyamazsınız o girdaba girmekten...insan olmanın gerekli bir parçasıdır bu elbette, o yüzden doğrusu yanlışı yoktur. Acısının azlığı veya çokluğu vardır. Bunların hiç farkında olmayan birinin çekeceği acının bir kaç katını çekersiniz, eşlik eden çaresizlik hisleriyle beraber. Kişilik yapınız da elveriyorsa benimki gibi, bir noktadan sonra kızamazsınız da...
Çünkü anlayabildiğim bir şeye kızmak zordur benim için. Burada bir hocamın kulaklarını çınlatmak isterim, bazı durumlar için 'anlıyorum ama hak vermiyorum' derdi. Bunu yapabilmektir aslında günlük yaşamda kişilik-psikolog sınırını ayrıştıracak olan...
Ama yapması o kadar da zor ki...yine benim için en azından...
Bir yandan da bu yazdıklarım, psikolog kimliğinin dışında, herhangi bir farkındalığa sahip olan herkes için geçerli olabilir. Bugün şöyle bir söze denk geldim:
'Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü enerji sarf ettiklerini kimse bilmez' Albert Camus
Buradaki 'normal' olmayan tanımını, Camus'nun varoluşçu kimliğiyle beraber değerlendirdiğimde, farkındalığa sahip olmak olarak yorumluyorum. Bir kere 'gözünüz açıldıktan' sonra, tekrar kapayabilmek imkansıza yakındır. Bu yüzden de, zamanla farkındalık düzeyiniz artar, gittikçe etrafınızdaki insanlardan uzaklaşır ve tamamen kopmamak için 'günlük ilişkilerden', çaba sarfetmeye başlarsınız. Basit denilen şeylere ne kadar zor ulaşıldığını farkedersiniz.
Halbuki istekleriniz 'basittir': keyifli vakit geçirmek, sinemaysa sinema, kitapsa kitap, muhabbetse muhabbet, bir paylaşım, bir tat, bir dokunuş.
'Olmaz' diyen farkındalık bir daha çarpar, der ki:
'Sen bunlara basit diyorsun da, bunlar dünyanın en zor şeyleri. O kadar az insan kendini sevebiliyor ve kendiyle huzurlu yaşayabiliyor ki, nerede kaldı başkasına huzur vermek ya da paylaşmak...neyi paylaşacak, paylaşacak birşeyi olmadığına inandırılmış biri ?'
2 yorum:
şair nedim, porsuk, ice-tea, müzik, sehpadaki sevilmeyen wanted, makarna salatamız, uzayan sohbetlerimiz ve filmlerimiz. Geri istiyorum, özlüyorum.
ben de özlüyorum, yan yana film seyretmek bile o kadar büyük bir lüksmüş ki ! :D
Yorum Gönder