18 Ocak 2013 Cuma

Ölüm

Ölüm gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kaldığım bu günlerde, hem yitirdiklerim hem de ölüm hakkında birşeyler yazmak istiyorum, fakat daha bunu yapacak kıvama gelmedim. Yine de şans eseri denk geldiğim güzel bir blogtaki yazıyı paylaşmak istedim. Yazıda etkileyici noktalardan biri de Ann Druyan'ın, eşi Carl Sagan'ın ölümünden sonra söylediklerinin alıntılandığı son kısımdı:

'I don't think I'll ever see Carl again. But I saw him. We saw each other. We found each other in the cosmos, and that was wonderful.'

2 yorum:

erengy dedi ki...

Küçük yaşlardan beri ölüm üzerine düşünürüm; ifade ettiği anlam yıllar geçtikçe değişiyor. Zaman zaman, yakından tanımadığım bazı insanların ölümüne bazı akrabalarımınkinden daha çok üzülüyorum. Tuhaf şey... Geçirdiğimiz tüm zamanların ve en çok da bugünün değerini bilmek, yaşamak ve yaşatmak, ölümün kaçınılmazlığını kabullenip aşırıya kaçmadan hazırlanmaktan başka bir çıkar yol yok sanırım. Halen bu konuda sağlıklı bir öğüt verebilecek olgunluğa eriştiğimden şüpheliyim, ancak yazıda kayda değer cümleler bulmuş olmanıza sevindim. Umarım gerçeklerle yüzleşecek, yola onlarla (ve onlarsız) devam edecek cesaret ve gücü de kendinizde bulursunuz.

bta dedi ki...

Temennileriniz için teşekkür ederim. Ölüm yüzleşmesi zor, ne zaman ve nasıl olacağı bilinemeyen bir gerçeklik. Onun da ötesinde, ölümün varolması ve zamanımızın sınırlı olması insanlık olarak yaşamda neyi nasıl yaptığımızı/yapamadığımızı ve bunlar hakkındaki düşünce ve inanışlarımızı belirleyen en temel devinimler. Hayata dair pek de kontrolümüz olmaması ve bunun yaşattığı çaresizlik hissi/düşünceleri ölümlü olunca başa etmesi daha da güç gerçekler haline geliyor. Bu tür gerçekler karşısında 'neden benim başıma bunlar geliyor' sorusunu sıkça sorup, bu soruya cevap/lar arıyoruz. İnsanın bu tip sorularla başa çıkabilmesi, kendi varoluşunu anlamlandırabilmesi, çaresizlik hissinin önüne geçebilmesi ve hayat içinde kendini konumlandırabilmesi için de belli bir düzeyde 'tahmin edilebilirliğe' ve dolayısıyla da bunu sağlayacak düşünce/inanç sistemine ihtiyacı oluyor. Kimisi bunun için dini bir inanışa (herhangi dört büyük dinden biri ya da X yerinde inanılan Y tanrısı) yönelirken, kimisi de belli bir düşünce sisteminde cevaplar arıyor (Eşitlik, adalet anlayışı, demokrasi, sosyalizm, faşizm, secret vs.). İlerisi hakkında yol gösteren, işler kötüye gittiğinde daha iyi olabileceğine inandıran/düşündüren, işler kötüye gittiğinde daha iyi olabileceğine inandırmasa/düşündürmese de bu durumu olduğu gibi kabul etmeye yardımcı olacak bir bakış açısına duyulan ihtiyaç sabitken, bu ihtiyacın nasıl giderildiğine dair şekiller değişiyor. İnanç ya düşünce sistemlerini bu bakış açısını sağlamaları açısından birbirinden ayırmıyorum, temel işlevleri aynı. Ölümün kendisiyle yüzleşme de işte yine bu düşünce/inanç sistemlerinin ölümü yorumlayışlarına göre farklılaşıyor. Kendi adıma, sizin de vurguladığınız gibi 'anı' yaşamak, ölümün getirdiği kayıp hissiyatını, yaşanan güzel anılarla hafifletmek olası güzel yollardan biri. İnsanın kendi ölümü fikriyle yüzleşmesi ise apayrı bir konu. Biraz ağır olsa da Irvin Yalom'un Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek adlı kitabını tavsiye ederim...:)